27.06.2008

Los Angeles (USA - Kaliforniya)

Los Angeles şehri, Güney Kaliforniya’da bulunan bir metropoldür. Amerika Birleşik Devletleri’nin batısında bulunur. Şehir, vilayet yöntemiyle yönetilmektedir ve Los Angeles vilayetinin bir parçasıdır.
Los Angeles Kaliforniya’nın en büyük şehridir, Amerika Birleşik Devletleri’nin de en kalabalık ikinci şehridir (2002 sayımına göre 3.798.981 kişi).
4 Eylül 1781 tarihinde İspanya kontrolündeki Meksika tarafından keşfedilen şehir (her ne kadar kızılderililer uzun süredir orada yaşasa da) Los Angeles 4 Nisan 1850 tarihinde Kaliforniya’nin bir parçası olmuştur. İsmi İspanyolcadan gelmektedir ve Melekler Şehri manasını taşımaktadır. 2 Ağustos 1769′da, Fernando Rivera Y Moncado’nun kaptanı olduğu Kaliforniya’ya gelen ilk Avrupalı yerleşimciler içindeki Fransisken papazı Peder Juan Crespi, 2 Ağustos dini bir şölen olan Perdono’ya denk düştüğü ve Assisi’deki Ermiş Francis adıan anıldığı ve de bu yere İtalya’da “ülkenin çok küçük parseli” anlamında “porziuncola” denmesi yüzünden, buraya “Nuestra Señora de los Angeles de la Porciúncula”, sonra da bu Assisi’deki şapelde Bakire Meryem’in meleklerle çevrili freski bulunduğundan “El Pueblo de Nuestra Señora la Reina de los Angeles de Porciúncula” dendi, sonra da kısaca “El Pueblo de la Reina de Los Angeles” dendi. Ancak tuhaf olan şu ki;İspanyolca’da sözcükler eril ve dişil olarak ayrılır, buna göre adının ya eril olarak “Los Angelos” ya da dişil olarak “Las Angeles” olması gereklidir, belki de kozmik bir şaka olarak melekler erkeke ya da dişi olmadıkları için bu ad garip bir biçimde “Los Angeles” olmuştur. Los Angeles metropol alanı, Los Angeles, San Bernardino , Riverside , Ventura ve Orange vilayetlerini ve 16 milyonun üzerinde değişik etnik ve ekonomik geçmişe sahip insanları barındırmaktadır. Los Angeles yanlış olarak birçok kez “Güney Kaliforniya” olarak adlandırılmaktadır, ancak coğrafi olarak San Diego ve Imperial vilayetleri de başta olmak üzere birçok bölüm göz ardı edilmektedir.
1876 yıllarına kadar nüfusu on bin dolaylarında olan Los Angeles, petrol yataklarının keşfedilmesi, Kaliforniya kuzeylerindeki altın madenlerinin bulunması, ve de gerek doğal güzelliği açısından birçok insanın rüyalarını süsledi.
1920′li yıllarda sanat ve eğlencenin de tüm ülke genelinde öncüsü olmaya başlamıştır. New York’un klasik Broadway’ine karşı Hollywood sineması gelişen yıllarda da çok daha güçlü olur ; günümüzde de Broadway’in büyük bir geliri Hollywood’dan gelmektedir.
Los Angeles’ın da büyümesiyle komşusu olarak gelişen ilçeler de vardır.
Venice Beach, Marina del Rey, Beverly Hills, Santa Monica ve Hollywood gibi dünyaca meşhur ilçeleri içinde barındıran Los Angeles’ın içinde bulunduğu Kaliforniya’nın valisi de ünlü film yıldızı Arnold Schwarzenegger’dir

22.06.2008

Kısırlık - İnfertilite Nedir ?

İnfertilite, yani istenildiği halde çocuk sahibi olamama pekçok toplumda önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır.Tanım olarak, en az 1 yıl herhangi bir korunma yöntemi uygulanmaksızın haftada 2-3 kere girilen cinsel ilişkiye rağmen gebelik elde edilmemesi infertilite yani kısırlık olarak adlandırılmaktadır.İnfertilite görülme sıklığı toplumlar arasında büyük farklılıklar göstermez. Tüm dünyada çiftlerin yaklaşık yüzde onbeşi infertilite nedeni yardımla üreme tekniklerine başvurmak zorunda kalmaktadır. Bu çiftlerin büyük bir kısmında gebe kalamamanınnedenini açıklayacak sebepler bulunabilirken, yaklaşık yüzde 10-12sinde herhangi bir patoloji tespit edilemez. Bu çiftler açıklanamayan infertilite olarak adlandırılırlar.İnfertilitenin nedenlerini anlayabilmek ve tedavisini planlayabilmek için önce kadında ve erkekde üreme döngüsünün nasıl işlediğini ve gebeliğin oluş mekanizmasını anlamak gerekir."Ne zaman çocuk sahibi olmayı planlıyorsunuz ?" sorusu pek çok yeni evli çiftin en çok karşılaştığı sorudur. Aslında bu soru yeni evlenen çiftlerin kendi kendilerine de ilk sordukları soruların başında gelir. Özellikle kadının çalışmadığı, geleneksel aile yapısındaki çiftlerde balayında gebe kalma hayali kuran çok genç çift vardır. Çocuğun ailenin geçimi ve işleri için önemli olduğu, kırsal alanda ise sadece çocuk sahibi olmak için evlenen kadın ve erkekler azımsanamayacak kadar çoktur. Bizim toplumumuz gibi çocuk sahibi olmanın ayrıcalık ve prestij olarak görüldüğü toplumlarda ise infertilite neredeyse hayati öneme sahiptir. Bir başka grup ise, çalışma hayatının zorlukları içinde evlenmeye zaman bulamamış ancak yaşı ilerlediği için bir an önce evlenip çocuk sahibi olmayı düşünen bireylerden oluşur. Tüm bu bireylerin ortak yanılgısı istedikleri anda, hatta belki balayında gebe kalabileceklerini düşünmeleridir. Pekçok sinema filminde ve romanda kahraman tek bir ilişki ile ya da bebek istediği zamanda gebe kalabilirken gerçek hayatta durum bu değildir. Hiçbir sağlık problemi olmayan tamamen normal bir çifti ele aldığımızda, kadının tek bir adet döneminde, her gün ilişkide bulunsalar bile, gebe kalma olasılığı sadece %25dir. Çiftin fertilite potansiyelini gösteren bu durum "fekundite" olarak adlandırılır. İnsan, organizma olarak üreme potansiyeli çok yüksek bir canlı değildir. Bunun pekçok nedeni vardır. Bazı yumurtalar döllenmez, bazıları da döllense bile embryo döneminde gelişme gösteremez.Gebelik bir anlamda şans işidir. Bunu kabaaca Rus ruletine benzetmek mümkündür. Hangi çiftin gebe kalabileceğini, yada hangisinin gebe kalamayacağını önceden tahmin etmek imkansızdır! Tek bir ilişkide %25 olan gebelik elde etme şansı bir yılın sonunda %85e çıkar. Yani bir yıl sonunda her 100 çifttten 85inde gebelik elde edilecektir. Geri kalan 15 çift ise infertilite ile karşı karşıya demektir. Bazı yazarlara göre ise birinci yılın sonunda gebelik olmaz ise, çifte infertil demek doğru değildir. Bunun için 2 yıl beklemek gerekmektedir. Gerçekten de ilk yılın sonunda %85 olan gebelik oranı ikinci yılın sonunda %92 civarında saptanır. Tek bir adet siklusunda gebe kalma şansı pek çok faktörün etkisi altındadır. Bu faktörleri inceleyecek olursak Kadının yaşı: Biyolojik saat ilerledikçe kadının gebe kalma şansı giderek azalır. Bunun en önemli nedeni yaş ile birlikte yumurtalıklardaki yumurta sayısı ve kalitesinin azalmasıdır. 20 yaşında bir kadın ile 21 yaşındakinin gebe kalma olasılıkları arasındaki fark çok büyük değilken 30lu yaşlarda bu fark daha fazla anlam kazanır.Cinsel ilişki sıklığı: Cinsel ilişki sıklığı açısından normal ya da anormal diye bir sınıflama yapmak doğru değildir. Önemli olan ilişki sayısının az ya da çokluğu değil yeterliliğidir. Bunun için optimum sayı haftada 3 ilişkidir.Zamanlama : Cinsel ilişki sıklığının yanısıra ilişkinin zamanlaması da önemlidir. Yumurtlamanın olduğu günlerde girilecek olan ilişki, gebelik olasılığını arttıracaktır.Süre: Çiftin ne kadar zamandır çocuk istediği önemli bir noktadır. Gebe kalmaya uğraşan çiftlerde aradan geçen süre uzadıkça, tıbbi yardım almadan başarılı bir gebelik elde etme olasılığı da o ölçüde azalmaktadır.Patoloji: İnfertiliteye neden olabilecek bir patolojinin varlığı da gebelik şansını azaltır. Bunlara en güzel örnek geçirilmiş ameliyatlar ya da endometriozisdir.Eğer bir çiftte fertilite problemi varsa bu gebeliği nasıl etkiler?Gebe kalma pek çok faktörün etkisi altındadır. Örneğin sperm sayısı olması gerekenin yarısı kadar olan bir erkek ve normal bir kadından oluşan çiftte gebelik şansı yarı yarıya azalır. Gebeliği etkileyen her faktör için durum böyle değildir. Örneğin kadında her iki tüpün de tıkalı olduğu durumlarda gebelik şansı neredeyse yok gibidir. Benzer şekilde testislerinde sperm üretimi olmayan ya da spermleri testisden dış dünyaya taşıyan kanalların fonksiyon görmediği erkeklerin de doğal yollardan çocuk sahibi olmaları büyük sürpriz olur. Bu açıdan bakıldığında çocuk isteği ile hekime müracaat eden çiftlerde hem erkek hem de kadın detaylı olarak incelenmelidir. Çiftin her ikisinde de problem olduğunda gebelik şansı bunların toplamı ölçüsünde değil çarpımı ölçüsünde azalır. Eğer insan ömrü 300-400 yıla çıkarılabilse ve bu süre zarfında kadından yumurta, erkekden de sperm üretimi sağlanabilse, açıklanamayan infertilite vakalarının tamamına yakını gebe kalabilirdi. Bu durum infertilitede zamanın önemini açıkça ortaya koyan bir olgudur. Gebelik olasılığı arttırılmalıdır ve bu da ancak tıbbi tedavi ile mümkün olmaktadır.Ne zaman endişelenmeli, ne zaman hekime gitmeli ?Eğer bir yıldan uzun bir süredir ovülasyona denk gelen günlerde 2-3 günde bir düzenli olarak cinsel ilişkide bulunuyorsanız ve herhangi bir korunma yöntemi uygulamadığınız halde gebe kalamadıysanız infertil sınıfına giriyorsunuz demektir. Bu asla normal yollardan gebe kalamazsınız demek değildir ancak istatistiksel anlamdan bakıldığında şans azalmış olmaktadır. Artık tıbbi yardıma ihtiyacınız vardır. Bu yardım için belirli ve kesin bir zaman yoktur. Bebek sahibi olmamanız sizi endişelendirmeye başladığında bir jinekoloğa gitmelisiniz. Pek çok çift infertiliteyi çekinecek hatta utanacak bir durum olarak görür ve kendilerini yanlız hissederler. Oysa durum bu derece kötü değildir. Tüm dünyada pek çok çift aynı problemi yaşamaktadır ve bunları önemli bir kısmı çok basit tedavilerle gebe kalabilmektedir. Burada çiftleri kısıtlayan infertilitenin herzaman önemli bir problem olmasına rağmen acil olmamasında yatmaktadır. Genelde kişiler doktora gitmeyi herhangi bir bahanenin arkasına saklayarak ertelemekte ve sürekli gelecek ay demektedirler. Oysa hayatta zaman dışında herşeyin telafisi mümkündür.Bazı durumlarda ise hekime müracaat etmeden önce 1 yıl beklemek gereksizdir. Çok sık ya da seyrek adet görmek Geçirilmiş pelvik enfeksiyon öyküsü 2'den fazla sayıda düşük Kadın yaşının ileri olması Erkekte testislerin küçük olması Prostat enfeksiyonu öyküsü. varsa vakit kaybetmeden profesyonel bir yardim ya da öneri almak için girişimde bulunmak akıllıca olacaktır.Hekime başvurmadan önce bazı basit önlemler ile üreme potansiyelinizi arttırabileceğinizi aklınızdan çıkartmayın. Bu önlemlerin en başında gelenlerden birisi vücut ağırlığı, diet ve egzersiz arasındaki dengenin sağlanmasıdır. Uygun diet ve egzersiz optimal üreme fonksiyonu için son derece önemlidir. Düşük kilolu ya da aşırı şişman kadınlar gebe kalmada güçlükler yaşayabilirler. Kadınlık hormonu olan östrojenin büyük kısmı yumurtalıklarda üretilir. Ancak yağ dokusu da küçümsenemeyecek bir östroje n kayn ağıdır. Döllenme olayı hassas hormonal dengelerin rol aldığı karmaşık bir olaydır. Bu olayın başarı ile sonuçlanabilmesi için stabil bir hormonal durum gereklidir. Bu nedenle az ya da fazla kiloların infertiliteye neden olabilmesi şaşırtıcı bir durum değildir. Normalin %10-15 altında ya da üstünde olan vücut ağırlığı üreme sistemini kökten etkileyebilir. Bunun en güzel örneği beslenme bozukluğu olan aşırı zayıf kişilerde adet kanamalarının düzensiz oluşudur. Bu düzensiz kanamalar genelde anovülasyon yani yumurtlamanın olmaması ile birarada seyreder. Maraton koşucuları, yüzücüler gibi ağır sporlar ile uğraşan kadınların pekçoğunda adet düzenzilikleri ve dolayısı ile infertilite sorunu mevcuttur.Fertilite üzerinde etkili bir başka faktör de sigara ve alkoldür. Sigara erkeklerde sperm sayısını azaltırken kadınlarda da yumurta kalitesini bozar. Benzer şekilde alkolde sperm sayısı üzerinde olumsuz rol oynadığı tespit edilen bir maddedir. Değişik hastalıklar için kullanılan ilaçlar da fertiliteyi etkiler. Özellikle ülser ve tansiyon ilaçlarının sperm sayıları üzerine etkili olduğu bilinmektedir. Kafein alımının azaltılması ise konsepsiyon şansını arttırır.Cinsel ilişki sıklığı üreme yeteneğini direk etkileyen en önemli faktörlerden birisidir. İlişki ne kadar sık olursa gebelik şansı o derece yüksek olur. Burada kastedilen hergün girilen ilişki değildir. Bu sperm sayı ve kalitesini azaltır. İdeal olan ovülasyona yakın günlerde gün aşırı ilişkiye girmektir. Günümüzde hem erkeğin hem de kadının çalışma hayatı içinde olması, mesleki stresler ve kaygılar nedeni ile cinsel güdülerde ve istekte azalma çoğu çiftin ortak yakınmasıdır. Bu nedenlerle ilişki daha ziyade hafta sonları olmaktadır. Doğal olarak bu çiftlerin gebelik elde etmesi gecikecek ve büyük olasılıkla çift infertilite nedeni ile hekime başvurmak zorunda kalacaktır.İlişkinin sıklığı yanısıra zamanlaması da son derece önemlidir. İnsan dışında hemen hemen bütün canlılar yumurtlama dönemini bilirler. Östrus ya da kızgınlık dönemi olarak adlandırılan bu devrede cinsel istekleri artar ve çiftleşirler. Hatta kedilerin bu özelliği pekçok espiriye de konu olmaktadır. Oysa insanlarda durum farklıdır. Kadında belirgin bir kızgınlık dönemi yoktur ve pekçok kadın yumurtlama dönemini fark edemez. Çeşitli yöntemler ile kadının adet düzeni saptanır ve ovülasyon dönemi tespit edilebilir. Fertil dönem denilen gebe kalma olasılığının yüksek olduğu dönemde bu nedenle gün aşırı ilişki önerilir.Cinsel ilişki ve fertilite arasındaki bağ ile ilgili son nokta uygun şekilde ilişkide bulunmaktır. Doğada çok değişik hayvan türleri vardır ve bunların herbiri soyunu devam ettirmek için farklı mekanizmalar geliştirmiştir. Örneğin domuzlar sperm açısından çok cimridirer. Erkeğin penisi spiral şeklindedir ve dişinin vajinasına adeta vidalanır. Bu sayede tek bir sperm bile boşa gitmez. İnsanlarda bu tarz mekanizmalar mevcut değildir. Gerçekte bu tür tekniklere gerek de yoktur. İlişki sonrası semenin vajina dışına kaçması son derece normaldir. Pekçok kadın bunu gebelik şansı açısından olumsuz bir faktör olarak yorumlamakla birlikte gerçe bu değildir. Semenin dışarı gelmesi ilişkinin uygun şekilde yapıldığının göstergesidir. Çocuk isteyen çiftlerde genelde önerilen erkeğin üstte olduğu pozisyonlardır. İlişki sonrası kadının en az 5 dakika sırt üstü yatması ve vajinal duştan kaçınması da diğer öneriler arasındadır. İlişki esnasında kayganlığı sağlamak amacı ile kullanılan yapay maddeler spermler üzerinde ölümcül etki yaratabileceğinden önerilmemektedir. Çok gerek duyuluyor ise petrol bazlı olanlar yerine sıvı parafin tercih edilmelidir. İnfertiltenin geçmişe göre daha sık görülmesinin nedenlerinden biriside kadınların çalışma hayatı içinde daha fazla yer almalarıdır. Çoğu kadın çocuk sahibi olmak için işinde yükselmeyi beklemekde bu nedenle de yaşı ilerlemektedir. Yine pekçok işveren -ki buna çok büyük holdingler de dahildir- işe alacakları bayan personele belirli bir süre gebe kalmama kısıtlaması getirmektedir. Zaman geçtikçe kadının üreme potansi yeli azalm akta ve dolayısı ile infertilite daha sık karşımıza çıkmaktadır. Aslına bakılırsa bebek sahibi olmak için en uygun zaman diye birşey sözkonusu değildir. Kadının üreme potansiyeli 20-30 yaş arasında zirvededir. 30 yaştan sonra azalan bu potansiyel 35 yaşından sonra keskin ve hızlı bir düşüş gösterir. Bebek sahibi olmak için en uygun zaman oldukça kişisel bir karardır. Ancak çeşitli nedenler ile çocuk sahibi olmayı geciktiren ya da geciktirmeyi düşünen şiftlerin karşısında başka bir problem daha vardır: Sosyal baskılar. Hemen her toplumda özellikle aile büyükleri biran önce torun sahibi olmak için baskı kurma eğilimindedirler. Medyada yer alan ve çiftlerin biran önce bebek sahibi olmasını öneren yazılar da benzer şekilde baskı unsurudur. Tüm bu faktörlerin etkisi ile yeni evli ya da uzun süre etkili yöntemlerle korunmuş çiftler daha infertilite sınıfına girmedikleri halde sırf kadın 30 yaşına geldi diye doktor doktor dolaşabilmektedirler.Üreme potansiyeli azalıyor mu?Bu soru hem konu ile ilgilenen hekimlerin hem de olayla direk ilgili olan çiftlerin cevabını aradığı sorulardan biridir. Cevap kesin değildir ancak muhtelemelen önerme doğrudur. Kadının evlenme yaşının artması, cinsel özgürlük ile birlikte cinsel yolla bulaşan hastalık oaranlarındaki yükselme, nedeni bilinmemekle birlikte erkekde sperm sayısındaki global azalma bu durumun nedeni olabilir. Sperm sayılarındaki azalma ilginç bir global gözlemdir. Gerçekten de son 15-20 yılda tüm dünyada yaygın olarak sperm sayılarında bir azalma eğilimi dikkati çeklmektedir. Bu durumun çevresel kirlenmeden mi yoksa modern yaşamın yüklediği stresden mi kaynaklandığı belli değildir. Sevindirici olan ise üreme potansiyeli üzerindeki bunca olumsuzluğa karşın, yardımla üreme tekniklerindeki gelişmeler ve buna bağlı olarak artan başarı oranlarıdır. Yine modern insanın infertiliteyi tabu olmaktan çıkarması ve tedavi alternatiflerini bilinçli bir şekilde değerlendirmesi de kayda değer bir ilerlemedir.(netten)

17.06.2008

Cilt, saç bakımı, makyaj gibi konularda denenmiş pratik öneriler..



Yağlı saçlar için pudraSaçınız yağlı bir görünüme sahipse, geniş uçlu bir makyaj fırçasını mineral bir pudranın içine batırın. Fırçanın ucun da kalan fazlalığı azaltmak için sapına elinizle hafifçe vurduktan sonra pudrayı saç diplerinize uygulayın. Uyguladığınız pudra fazla yağı emerek saç tutamları¬nız arasına karışacak. Bize inanın, kimse duş almaya vaktiniz olmadığını anlayamayacak.

Güzel kokmak için Saçlarınıza az bir miktar parfüm sıkın. Büyük uçlu bir fırça yardımıyla saç diplerinizden başlayarak uçlarına kadar tarayıp kokuyu dağıtın. Tüm gün muhteşem kokacaksınız.

Nasırlar için vazelinYatmadan önce nasırlarınıza vazelin uy¬gulayın. Ardından çoraplarınızı giyin ve yatın. Sertleşmiş nasırlarınızı, vazelin gece boyunca yumuşatacak.

Makyaj tazelemenin pratik yoluMakyajınızı yeniden yapmak için zamanınız yoksa, bir kulak pamuğunu makyaj temizleyicisine batırın ve makyajınızın yalnızca akmış veya bulaşmış bölgelerini silin.

Avakado ile yumuşayınTaze bir avokadonun çekirdeğini çıkartıp kabuklarını soyun ve meyveyi tüm vücudunuzda gezdirin. 20 dakika boyunca devam ettikten sonra duşa girin. Avokado meyvesi doğal bir nemlendirici olduğu için cildinizin ne kadar yumuşadığına inanamayacaksınız.

Kırılan tırnağınızı yapıştırınKırıldığı zaman tırnağınızı koparmak yerine, bir damla Japon yapıştırıcısını kırıldığı yere damlatın. Üzerine en sevdiğiniz ojeden yoğun bir tabaka sürün. Kırık çizgiyi kamufle etmek için kırmızı, bordo veya mercan gibi ışık geçirmeyen mat renkleri tercih etmelisiniz.

Ruj temizlerken..Kırmızı rujunuzu ovalamak yerine küçük bir makyaj pamuğunu veya kağıt mendili makyaj temizleyicisine batırıp silebilirsiniz.

15.06.2008

KIRMIZI GÜLLÜ LİF ÖRNEĞİ

Merhaba bakalım bu lifi begenecekmisiniz ben bu modelleri çok seviyorum :=)inşallah sizde begenmişsinizidir.

13.06.2008

Diyetlerle ilgili yanlış bilgiler

Diyet kelimesi herkesi korkutuyor ve ne yazık ki dar bir kalıba sıkıştırılmış bir kelime olarak akılda kalmaya devam ediyor. Beslenme konusunda doğru bildiğimiz yanlışları Beslenme ve Diyet Uzmanı Aylin Yılmaz'dan öğrenelim.Diyet kelimesi herkesi korkutuyor ve ne yazık ki dar bir kalıba sıkıştırılmış bir kelime olarak akılda kalmaya devam ediyor. Özellikle de dengeli ve sağlıklı beslenip formlarını da korumak isteyenler, kendilerini sıkıştırılmış çerçeveler içindeki programlara mahkum ediyorlar.Beslenme ve Diyet Uzmanı Aylin Yılmaz Akşam gazetesine yaptığı açıklamada, dengeli ve sağlıklı beslenmek isteyenlerin uygulayabilecekleri diyet beslenme programının insanların açlıktan ölmesi anlamına gelmediğine dikkat çekiyor. Diyetin daha çok sağlıklı yiyeceklerin bolca tüketildiği yeni bir yaşam tarzına geçme olayı olduğunu ifade eden Yılmaz, “Daha az değil, daha çok yemelisiniz” diyor.Kalorileri saydığınız diyetler, sadece belli yiyecekleri tükettiğiniz diyetler, hatta yüksek proteinli ve karbonhidratsız diyetler birkaç hafta için ya da birkaç ay için kilo vermenizi sağlar. Ancak uzun dönemde bu gelip geçici moda diyetleri sürdüremezsiniz çünkü bir süre sonra verdiğiniz kiloları geri alırsınız ve vücudunuz için hiç iyi bir şey yapmamış olursunuz. Moda diyetler mutlaka size bir şeyleri yasaklar ve bu da genellikle vücudunuzun ihtiyaç duyduğu bir besini içermektedir. Oysa sağlıklı besinlerle aç kalmadan vücudu formda tutabilmek ve kilo vermek mümkün… Aylin Yılmaz'ın hayatınızın beslenme penceresini şöyle aralıyor:Vücudumuzda ortalama 100 trilyon hücre vardır. Her bir hücre en iyi şekilde çalışabilmek için düzenli besine ihtiyaç duyar. Yiyecekler tüm hücreleri etkiler; ondan da öte varlığımızı, ruh halimizi, enerji düzeyimizi, düşünme kapasitemizi, uyku kapasitemizi, genel sağlığımızı etkiler.
SAĞLIKLI YİYECEKLER
Doğal, organik besinler, tam tahıllardan yapılmış ürünler, çavdar ekmeği, çiğ sebze ve meyveler, doğal olan paketlenmiş besinler, balık -bitkisel proteinler- bitkisel yağlar.Etkileri:Stres düzeyinizi düşürür.Mutlu olmanızı sağlar.Düşünme gücünüzü arttırır.Kaliteli bir yaşam sağlar.Kalbinizin daha sağlıklı çalışmasını sağlar.
SAĞLIKSIZ YİYECEKLER
Fazla pişmiş sebzeler, basit şekerli karbonhidrat karışımları - tatlılar, beyaz undan yapılmış gıdalar-, şeker, kızartılmış tüm ürünler, aşırı tuzlu -tatlı abur cuburlar, hormonlu besinler.Etkileri:Yaşlanmayı hızlandırır.Konsantrasyonunuzu bozar.Ruhsal çalkantılara neden olur.Şişkinlik, gaz, kramp gibi sindirim sisteminde bozukluklara neden olur.Bağışıklık sisteminizi zayıflatır.Kilo almanıza neden olur.Bazı hastalıklara zemin hazırlar (kalp damar hastalıkları, diyabet, obezite).
ÇİĞ VE CANLI YİYECEKLER
Çiğ meyveler-sebzeler-filizlendirilmiş bakliyat, tahıl ve tohumların hepsi besin enzimleri içerir. Vücudumuzu canlandırması, enerji vermesi ve metabolizmamızı dengelemesi için bol miktarda besin enzimine ihtiyacımız vardır.Ayrıca vitamin ve mineral için de çiğ besinlere ihtiyacımız vardır. Vücutta kimi vitamin ve minerallerin eksikliği de kilo alımına neden olabiliyor. Özellikle de magnezyum, kalsiyum ve potasyum.
MİNERAL EKSİKLİĞİ
Magnezyum, şeker krizine neden olabilir.Kalsiyum, metabolizmadaki enzimlerin hareketini engeller. Çok et tüketen bireylerde kalsiyum azalır. Potasyum, eksikliğine şişman kişilerde sık rastlanır. Çünkü bu kişiler genellikle çok kahve, şeker ve alkol veya aşırı tuz tüketebiliyorlar. Bazen de zayıflamak adına idrar söktürücü veya müshil kullanabiliyorlar.Sağlıklı besinler;

ÇİĞ VE CANLI BESİNLER -KARBONHİDRATLAR -DOĞAL BESİNLER -YAĞLAR -PROTEİNLER -İŞLENMEMİŞ BESİNLER MİNERALLER ZENGİN BESİNLER

MAGNEZYUM: Yonca, badem, elma, avokado, tam pirinç, hurma, kereviz, balık, maydanoz.
KALSİYUM: Süt ve süt ürünleri, susam, tahin, ayçiçeği, karalahana, karnabahar, brokoli.
POTASYUM: Kayısı, muz, morina balığı, bezeyle, ıspanak, tam tahıllar, maydanoz, somon balığı, havuç.
DOĞAL BESİNLERDoğal ve organik besinler yetiştirilme ve üretim sırasında kimyasal maddelerden uzak tutulmuş besinlerdir. Yediğimiz besinlerin, yetiştiği topraklarda kimyasal maddeler kullanıldıysa veya herhangi bir nedenle kimyasallarla işlendiyse yiyeceklerle bulaşan toksik kalıntılar vücuda zarar verebilir.
YAĞLAR
Yağ bakımından zengin olan doğal yiyecekler vardır; avokado, badem, zeytinyağı, ceviz, balık, fındık, çekirdek… Bunlar kilo vermeye yardımcı olan, kolesterolü düşüren, bağışıklık sistemini güçlendiren ve üreme organlarıyla saç, cilt ve kemik dokularını canlandıran, vücudumuzu nemlendiren sağlıklı yağlar içerirler. Bu yağlar vücudun yağı metabolize etmesine (emmesine) yardımcı olur. Özellikle; keten tohumu, avokado, kabak çekirdeği, ceviz, fındık, su yosunları esansiyel yağ asitlerinden çok zengindir.
PROTEİNLER
Bitkilerle alınan proteinler vücut tarafından kolaylıkla parçalanır. Bitkisel proteinlerden faydalanmalısınız. Özellikle kuru baklagillerden. Ayrıca tahıl, çavdar da olabilir. Bunun yanı sıra hayvansal proteinler de vücutta bulunmayan aminoasitler için çok önemlidir. Bazı günler kırmızı yağsız et tüketebilir çoğunlukla da balığa yönelebilirsiniz.
KARBONHİDRATLAR
Basit şeker (rafine şeker) eklenmemiş besinler; meyveler, tam tahıllardan yapılan ekmekler, çavdar ekmeği, tam tahıllar, pirinç, sebzeler. Bu sağlıklı karbonhidratların (kompleks karbonhidratlar) içerdiği doğal şeker, vücut tarafından kolaylıkla ve yavaş yavaş emildiğinden hem beyin fonksiyonlarınızı ve ruh halinizi dengelerler hem de yararlı enerjiye dönüşürler. Bu karbonhidratlar besleyici özelliklerini kaybetmemişlerdir.
HANGİSİ, NEYE FAYDALI?TAM ARPA:
Mide ve sindirim sistemi için önemlidir. Hazımsızlık problemlerine iyi gelir.
TAM PİRİNÇ:
Özellikle sinir sitemi ve sindirim sistemine faydalıdır. Uzun pirinç yazın serin tutması için tüketilebilir.
YULAF:
Esansiyel yağ içerir. Kilo verdiren yağlara sahiptir. B kompleks vitaminlerden zengindir. Sinir sistemi için yararlıdır ve kemikleri güçlendirir.
ÇAVDAR:
Karaciğer için harika bir besindir. Baş ağrısı için çavdar suyu alternatif olarak kullanılabilir.
KARABUĞDAY:
Gluten içermez, alerjik reaksiyonlara neden olmayan mineralden fazlasıyla zengin bir besindir. Yüzde 20 civarında protein içerir. Kan dolaşımını arttıran ve damarları güçlendiren bioflavanoid içerir. Varis problemlerine karşı yardımcı olabilir özellikle salatalara katılabilir.

11.06.2008

YAZLİK BİR BLUZ ÖRNEĞİ









Merhaba arkadaşlar bu aralar örğüye pek vaktim olmadı ama bende birşeyler başladım yavaşyavaş fakat bu arada netten bulduğum bu güzel örğü örneklerini sizlerle paylaşmadan edemedim oldukça basit ve bir okadar da şık bir model umarım sizde beğenirsiniz :=)))

YAZLIK BLUZ ÖRNEĞİ

5.06.2008

MÜNİH


Münih (Almanca: München), Berlin veHamburg'dan sonra Almanya'nın en büyük üçüncü kentidir.Benim en çok görmek ve gezmek istediğim yer. Bavyera eyaletinin en büyük şehri ve başkentidir. Almanya nın manevi başkenti olarak anılmaktadır. Avrupa Birliğin'in onikinci en büyük şehri'dir.Şehir, 2006 sayımına göre 1,3 milyon nûfûsa sahiptir. Cıvârındaki nûfusla bu rakam 2,6 milyona ulaşır. Büyük Münih şehirleşmiş bölgesinde (Augsburg, Ingolstadt, Rosenheim, Landshost ve Landberg) 5 milyondan fazla insanın yaşamaktadır. Münih, Bavyera Alpleri'nin kuzeyinde ve İsar nehri kıyısında kurulmuştur. Münih, yukarı Bavyera'nın üst düzlüklerinde yaklaşık 50 kilometre yayılır. Kuzey Alp Dağları'nın kuzeyinde ve deniz düzeyinin 520 metre üzerindedirŞehri tanımlayan Slogan (Motto) uzun zaman Die Weltstadt mit Herz (yürekli dünyâ şehiri) idi. Fakat yakınlarda München mag dich (Münih seni seviyor) oldu. Münih'in doğal ismi Münchendir. Edebî anlamı Monks (râhipler)dur ve bu nedenle Münih'in armasında bir râhip vardır. Mönchner kindl (Münih çocuğu)na referans olduğu da söylenir. Siyah ve altın - Kutsal Roma İmparatorluğu rengi - Kutsal Roma İmparatoru IV. Louis'den beri şehrin resmî renkleridir.Ayrıca Münih Almanyanin en az suc islenen sehiri...ayrica da tarihi ve turistik yerleride güzelliklerle doludur. alt ve orta sınıftan insanlara ulaşmaya çalışırken yaptığı konuşmaların birçoğunu burada yapmış, ilkinde burada yüz kişinin üzerinde bir katılım sağlamıştır.Bavyera'nın başkenti olan Münih, Almanya'nın önemli politik merkezlerindendir. Pekçok ulusal ve uluslararası yazar Münih'te oturur. Alman Vergi Yüksek Mahkemesi ve Avrupa Patent Ofisi'nin merkezleri buradadır.ALINTIDIR..

19.05.2008

NEWYORK


New York, Amerika Birleşik Devletleri'nin nufus bakımından en büyük kenti. Aynı isimli New York eyaleti'nde yer alır. Dünyaca önemli bir siyaset, ticaret, moda, eğlence ve finans merkezidir. Birleşmiş Milletler Genel Konseyi binası bu kenttedir. Fakir semtlerinde ise çok sayıda işsiz ve evsiz yaşar.8,1 milyon olan kent nüfusu, 800 km²'lik bir alanda yaşamaktadır. Çevre banliyöleriyle birlikte New York metropolitan bölgesi 21 milyonluk nufusa sahiptir ve dünyanın en kalabalık yerleşim bölgelerinden birini oluşturur.New York, bir göçmen kentidir. Kentte yaşayan her üç kişiden biri ABD dışında bir ülke doğumludur, İngilizce çeşitli aksanlarla konuşulur. Kentte İngilizce’nin yanı sıra İspanyolca, Little Italy (Küçük İtalya) semtinde İtalyanca, China Town’da (Çin mahallesi) Çince konuşulur. Kent beş bölüme ayrılmıştır: Manhattan, Brooklyn, Queens, Bronx ve Staten Island. Özgürlük heykeli, Empire State Binası, Central Park ve Times Meydanı, Modern Sanat Müzesi, Guggenheim Müzesi ve Modern Tarih Müzeleri şehrin ilgi çekici mekanlarıdır. Gökdelenleri, caddeleri, lokantaları, alışveriş merkezleri ve insanlarıyla, New York turistleri cezbetmektedir

London (Londra)

Londra, İngiltere'nin ve Birleşik Krallık'ın başkenti. 0 derece meridyeninin geçtiği Greenwich Londra yakınlarındadır.Londra dünyanın en önemli iş ve finans merkezlerinden biridir. Yaklaşık 8 milyonluk nüfusuyla AB nin en kalabalık kentidir. Bağlı yerleşim birimleri ile birlikte (Greater London) nüfusu 12-15 milyondur. Km²'ye 4.573 kişi düşmektedir.





Avrupa'da en fazla beyaz ırk harici insanın yaşadığı şehirdir. 300'den fazla farklı dil konuşulmaktadır.Uluslararası turizmin kesişme noktasıdır. Dünyanın en kalabalık hava trafiği Londra hava trafiğidir. 5 uluslararası havaalanı bulunmaktadır. Bunların en büyüğü Heathrow'dur. Heathrow dünyanın en fazla uluslararası yolcu taşıyan havaalanıdır .En önemli turistik mekanları, Parlamento Binası,Tower Bridge, Tower of London(Londra Kulesi), Buckingham Sarayı, Trafalgar Meydanı ve London Eye dır (Londra Dönmedolabı). Londra, Merkez şehir (City of London) ve 32 ilçeden oluşur.Yeşili bol olan bir şehirdir. Londra'da 143 adet kayıtlı park ve bahçe vardır. Thames Nehri şehri ikiye böler.

18.05.2008

ÜZÜMÇEKİRDEĞİ

ÜZÜMÇEKİRDEĞİ
Üzüm çekirdeğinin temel görevi antioksidan olmasıdır. Vücudu, kendi içinde oluşan ya da dış kaynaklı serbest oksijen radikallerinden ve diğer radikallerden korur. Üzüm çekirdeğinin antioksidan özellikleri çok tanınmış antioksidan vitaminler olan C vitamininden 20 kat ve E vitamininden ise 50 kat daha üstündür. Üzüm çekirdeği damar yozlaşmasını önler ve damarlarınızı sağlamlaştırır. Diabetli ve varisli kişilere son derece yararlıdır. Hipertansiyon, kalp krizi ve felç olasılığını minimale indirir. Gözü maküler dejenerasyon ve kataraktan korur. Üzüm çekirdeği sürekli bilgisayarın başında olan kişilerin göz sağlığının korunmasında da önemlidir. Üzüm çekirdeği DNA hasarını azaltarak kanser oluşum riskini de minimale indirir. Üzüm çekirdeği cildin bağdokusunda bulunan kollajeni sağlamlaştırır. Deriyi dinçleştirdiği için kozmetik sanayinde merhem olarak da kullanılır. Üzüm çekirdeği damarların kollajen dokusunu da sağlamlaştırdığı için damar sertliği ve damar sertliği ile ilgili çok sayıda hastalığı önler. Üzüm çekirdeği histamin salgısını azaltarak alerjiyi önler. Üzüm çekirdeği iltihabi prostaglandinlerin sentezini azaltarak romatizmal hastalıklar, ağrı ve endometrioz gibi durumlarda yararlı olurlar.
Merkezi sinir sisteminde oksidatif stresin arttığı durumlarda güçlü bir antioksidan etki gösterirler, algılama ve hafıza bozukluğunun gelişimini önlerler.Bu özellikleri nedeni ile, oksidatif strese karşı direnci arttırarak, hasara uğrayan dokuların korunmasında etkin rol oynarlar.


KİRAZ

KİRAZ
Kiraz fitokimyasallar açısından zengindir. Bunlar: anthocyanins (mevye ve sebzelerin rengini veren pigmentler; ki bunlar hücreleri zararlı kanserojen maddelere karşı koruyan antioksidan özellikleri sebebiyle kansere karşı seçenek oluşturabilirler). Aynı şekilde bir flavonoid olan quercetinki içinde hem anti-kanser bir oluşum, hem de anti-imflamotoral ve intihistaminik (alerji ve enfeksiyon önleyici) özellikler taşıyan bir antioksidandır.
Kiraz hem kolesterolü hem de kan şekerini düşürmeye yardımcı olabilir.
100 gram kirazda, 17 bin miligram C vitamini bulunmaktadır. Her insanın günde 60-80 miligram C Vitamini alması gerekiyor.
B1, B2, B5 vitaminleri, magnezyum ve kalsiyum da bulunmaktadır.
Ürik asit ve ürat tuzlarının vücuttan atılmasını sağlayabilir. Bu nedenle romatizma ve gut hastalıkları, eklem kireçlenmesi ve damar sertliğinin tedavisinde kullanılabilir. Kabızlığı önlemede etkilidir. Kirazda bulunan kinik asit, böbreklerin taş ve kum yapmasını önleyebilir ve varsa zamanla dökülmesine yardımcı olabilir.Kandaki zararlı maddelerin vücuttan atılmasına yardımcı olabilir. Aşırı ilaç tüketimi ile karaciğerde oluşan yükün azaltılmasında yardımcı olabilir. Nikotinin vücuttan atılmasında yardımcı olur.
İçerdiği meyve şekeri levüloz rahat sindirilebildiği için, şeker hastaları da kirazı yanında protein kaynağı besinlerle birlikte tüketebilir. A vitamininin önemli bir kaynağı olan karoteni içeren kiraz, göz problemlerinin önlenmesinde yardımcı olabilir. 20 kirazda 12 - 25 miligram arasında antosiyanin bulunmaktadır, bu da bir aspirinden on kat daha etkilidir.
30 gram kiraz sapını 1 litre suda 10 dakika kaynatarak hazırlayacağınız çay, böbrekleri çalıştırarak, diüretik (idrar söktürücü), kan ve idrar yolları temizleyicisi, safra akımını sağlayıcı, bağırsak düzenleyici etki gösterebilir.

BİTKİLER ve NE İŞLERE YARARLARI NELERMİŞ BAKALIM MII :))))))


ADAÇAYI: Kalp krizi riskini azaltır. Aşırı terlemeye neden olan hastalıkları giderir. Kramp, omurilik rahatsızlığı, beze ve sinirsel titremelerde mucize etkileri vardır. Böcek sokmalarına karşı ısırılan bölgeye adaçayı yaptığını toz olarak uygulamanız önerilir.







CEVİZ: Damar koruyucu, ishal kesici, cildi temizleyici, siğil giderici, mantar hastalıklarında etkili, tümör engelleyici ve bağışıklık sistemini koruyucu özellikleri bulunmaktadır. Ceviz kanın pıhtılaşmasını önler, kan dolaşımını düzenler… Karaciğer için de çok faydalıdır.









IHLAMUR: Gribal enfeksiyonların yanı sıra güzellik ve ciltteki lekelere karşı da mucize etkileri vardır. Cilt lekeleri için iyice kaynatılıp, leke olan kısma sürülmesi öneriliyor. Bunun yanında strese karşı da ıhlamuru mutfağınızdan eksik etmeyin...







HİNDİBA: Safra kesesi ve karaciğer hastalıklarında mucizeler yaratır. Kronik karaciğer iltihaplanmalarına karşı tedavi edici özelliği vardır. Şeker hastalığına da iyi gelmektedir. Bunun yanı sıra deri kaşıntıları ve sivilcelere karşı da şaşırtıcı derecede etkilidir.






KARABAŞ OTU: Ağrıları dindirir, kalbe kuvvet verir… Özellikle sigara kullananlar için belirtelim, balgam sökücü özelliği vardır. Uyuşukluk gideren bu bitki zindelik kaynağıdır. Sara ve beyin hastalıklarının tedavisinde de kullanılır.






KEREVİZ: Huysuz ve asabi biri misiniz? Kereviz tüketin. Sakinleştirici özelliği var. Böbrek için çok yararlı, kanı temizliyor, kilo almayı önlüyor ve cinsel gücü artırıyor.








KUŞBURNU: Hangi vitamini ararsanız var. Grip ve soğuk algınlığı için bire bir. Kabızlık için de çare... Yorgunluk ve halsizlik için öneriliyor. Kan yapıcı ve tansiyon düzenleyici özelliği ile mutfaktan eksik edilmemeli.







MEYAN KÖKÜ: Balgam söktürücü özelliği olan bu bitki mide ülseri tedavisinde kullanılır. Böbreküstü bezlerini çalıştırdığı gibi kramp girmelerinde de çözücü etkisi vardır. Ayrıca iyi bir kabızlık gidericidir.







NAR: Narda bol miktarda antioksidan, C vitamini, demir ve potasyum var. Bir bardak nar suyunun antioksidan özelliği, iki kadeh kırmızı şarap ve 10 bardak yeşil çay ile aynı seviyede. Üstelik, bu özellikleri sayesinde kalbi ilaç gibi koruyor.





PELİN OTU: Mideniz ile sorun yaşıyorsanız, gastrit derdiniz varsa pelin otu birebir... Bu bitki sindirim zor besinlerin hazmını kolaylaştırıyor. Tonik etkisiyle de kan dolaşımını artırarak, vücuda zindelik veriyor. Bir önemli özelliği ise vücuda sürüldüğünde haşereleri uzaklaştırması...







SOĞAN: Mümkün olduğu kadar çiğ tüketin. Zira çiğ tüketildiğinde mideyi güçlendirir, sindirim sistemini uyarır, idrarı arttırır. Grip, nezle, gırtlak iltihabı ve öksürüğü önleyici olarak kullanılır






ZERDEÇAL: Zerdeçal en etkin ve en yaygın kullanılan antioksidanlardan biridir. üst solunum yolu enfeksiyonu, astım, bronşit ve sinüzit tedavisinde kullanılır. Kansere karşı etkilidir. Beyni güçlü tutarak, alzheimerı önler.








ZEYTİN: Özellikle zeytinin yağı mucize kaynağı olarak görülür. Vücudun ihtiyaç duyduğu omega 6 yağ asidine sahiptir. Hücre yenileyici özelliği ile cildi besleyip, güçlendirir... Zeytin ve zeytinyağı asla mutfaktan eksik edilmemeli, bolca tüketilmeli

17.05.2008

BONCUKLA YAPILAN BİR YAZMA OYASI ÖRNEĞİ

KURDELA İLE SÜSLENEN GÜZEL BİR TEPSİ ÖRTÜSÜ




GÜZEL BİR HAVLU DANTELİ

Merhaba arkadaşlar bu gün neler ekliyebilirim diye bakınıyordum bu havlu danteli benim dantel etkinlikleri 2 için hazırladıgım dantel bu havlu dantelini genellikle nişan pohçaları için örüyorlar dogru çok ta şık oluyor umarım sizlerde begenirsiniz :)) unutmadan dantel etkinligi 2'ye ev sahipliği yapan arkadaşımız boncukdevrim'e burdan teşekkür ediyorum.

6.05.2008

PSİKOLOJİ

Psikoloji Nedir?
İnsan ve hayvan davranışlarıyla ve bilişsel süreçleriyle ilgilenen psikoloji biliminin 125 yıllık bir tarihi vardır. Bu genç yaşına rağmen psikoloji, biyolojiden sosyolojiye kadar uzanan oldukça geniş kapsamlı bir alandır. Psikoloji, insan ve hayvan davranışlarını ve bu davranışlarla ilintili psikolojik, sosyal ve biyolojik süreçleri inceleyen bir alandır. Bir meslek olarak ise psikoloji, psikoloji bilgilerinin insan sorunlarını çözmek için kullanılmasıdır. Bu bilginin kullanılması psikolojinin alt alanlarına göre değişmekle birlikte dili iyi kullanma, araştırma, istatistiksel analiz ve empati gibi bazı özel beceri ve yetenekleri gerektirir.

Psikoloji Sözlüğü
ADRENALİN(epinefrin): Böbreküstü bezlerinde üretilerek korku veya öfke gibi stres ortamlarında kan dolaşımına giren ve vücudun tamamında, kaçma veya kavga tepkisini başlatan özel alıcıları harekete geçiren bir madde.
AİLE TERAPİSİ: Ailenin tek bir üyesi yerine tüm üyelerini ele alan ve terapiye tabi tutan çok çeşitli terapi türleri için ortak ad.
AKUT STRESS BOZUKLUĞU: Ağır bir fiziksel ya da ruhsal örselenmeye karşı gelişen, geçici bir bozukluktur. Halk arasında “çılgınlık geçirme” diye bilinen durumdur.

ALZHEİMER: Zihinsel faaliyette kötüleşme, beyin hücrelerinde bozulma, ağır hafıza kaybı, kafa karışıklığı, davranış bozuklukları ve kişilik değişmeleri ile belirginleşen ve hastanın işlev kaybı sonucu başkalarına bağımlı hale gelmesine yol açan, genellikle 40 yaşından sonra ortaya çıkan kronik, ilerlemeli, geri dönüşümsüz, ölümcül bir organik hastalık.
ANKSİYETE: En genel anlamıyla tehlike veya talihsizlik korkusunun ya da beklentisinin yarattığı bunaltı veya tedirginlik; mantıkdışı korku.
ANTİDEPRESAN: Genellikle depresyon tedavisinde kullanılan ilaçların ortak adı.
ANTİSOSYAL DAVRANIŞ: Geleneklere, toplumda kabul gören standartlara ve ahlaki ilkelere ters düşen davranışlar. Başkalarının kişiliğine veya malına kayıtsızlık, suç davranışları, sahtekarlık veya istismar buna birkaç örnektir.

BENZODİAZEPİNLER: Kaygı, depresyon, gerilim gibi semptomların tedavisinde kullanılan ilaçların ortak adı.
BETABLOKERİ: Psikiyatride, saldırganlık, kaygı, sosyal fobi, panik durumları gibi rahatsızlıkların tedavisinde kullanılmaktadır.
BİLİŞSEL-DAVRANIŞSAL TERAPİ: Esas itibariyle davranış değiştirme ilkelerine dayanan, ancak buna ilave olarak, davranışın doğrudan düzenlenmesi ve kontrolü için, hayal kurma, fantazi, düşünme, vb. gibi bilişsel süreçlere de yer veren bir psikoterapi türü.
BİLİŞSEL: Algı, akıl yürütme, sezgi ve bellek de dahil olmak üzere düşünme ve bilgi kazanma süreçleriyle ilgili.
BİPOLAR BOZUKLUK (Çift kutuplu rahatsızlık/Manik depresif bozukluk): Aynı insanda birbirine karşıt iki aşırı ruh halinin dönüşümlü olarak ortaya çıkmasıyla tanımlanan ağır bir duygusal rahatsızlık.
BULİMİA NEVROZA: Önce kontrolsüz bir şekilde ve aşırı miktarda yeme, daha sonra da ya boğazına parmak sokmak, ya da çeşitli ilaçlar kullanmak suretiyle kusarak yediklerini çıkarma, aşırı egzersiz, aşırı diyet, vb. yöntemlerle yediklerini vücudundan dışarı atma veya yakma çabalarıyla tanımlanan kronik bir yeme bozukluğu.

DEMANS (BUNAMA): Birden fazla zihinsel faaliyet alanında ortaya çıkan, derin, ilerlemeli, bazen kişilik, duygu ve davranış değişmelerini de içeren ve kişinin normal yaşayışını etkileyen organik bir zihinsel işlev kaybı.
DEPRESYON: Karamsarlık, kendine güvensizlik, çaresizlik, değersizlik duygusu, önemsiz nedenlerden ötürü suçluluk duyma ve kendini suçlama, sosyal yaşamdan çekilme, iştahsızlık veya aşırı yeme, uykusuzluk veya aşırı uyku, fiziksel hareketlerde yavaşlama, yoğunlaşamama, unutkanlık, kararsızlık, neşesizlik, halsizlik, baş ağrısı gibi fiziksel şikayetler, normalde hoşlandığı etkinliklere veya yaşama karşı genel ilgisizlik, zevk alamama, aşırı durumlarda ölüm ve intihar düşünceleri, vb. ile tanımlanan ve belirlenebilir bir olaya bağlı olarak ortaya çıkan ruhsal bir çökkünlük.
DOPAMİN: Merkezi sinir sisteminde hareket kontrolü, algı, duygu, motivasyon ve haz duygusu g,b, çeşitli süreçlerde rol aldığı sanılan bir nörotransmitter.
DUYGUDURUM BOZUKLUĞU: Fiziksel veya zihinsel başka bir rahatsızlıktan kaynaklanmayan,abartılı duygusal tepkilerle ve kişinin çevresindeki değişikliklerle ilgisi olmayan, yoğun coşkudan derin depresyona dek değişen ruh hali salınımlarıyla tanımlanan rahatsızlıklar.

HEZEYAN: Belli bir çağ ve toplum içinde gerçeğe uymayan, mantıklı tartışma ile değiştirilemeyen düşünce.
HİPERAKTİVİTE: Sürekli, aşırı hareketle tanımlanan düzensiz, aşırı hareketlilik.
HİPOKAMPÜS: Beynin, öğrenme, bellek ve duygu süreçlerinde önemli bir rol oynayan kısmı.

KAYGI BOZUKLUĞU: Belirlenebilir bir olayla, nesneyle, vb. orantılı olmayan tedirginlik, kaygı, korku vb. gibi olumsuz duygularla tanımlanan ve kişinin sosyal ve iş hayatında bozulmalara yol açan bir ruhsal rahatsızlık kategorisi.

MAJÖR DEPRESİF BOZUKLUK: Dışarıdan tetikleyici bir olay olmaksızın, kalıcı bir üzüntü veya etkinliklere, toplumsal yaşama yönelik ilgi kaybı, belirgin iştah veya kilo değişikliği, yorgunluk, güçsüzlük, değersizlik duyguları, yoğunlaşmama ve düşünme yetisinin azalması, kararsızlık, ölüm veya intihar düşüncelerine kapılma gibi belirtilerle tanımlanan bozukluk.
MANİ: Abartılı heyecan, abartılı iyimserlik, abartılı bir mutluluk duygusu, önemlilik duyguları, fiziksel aşırı etkinlik, dürtüsellik, savurganlık, yoğunlaşamama, dikkatsizlik, konuşma baskısı (uzun uzadıya, kontrolsüz, yüksek sesle, hızlı ve kesilmesi zor veya imkansız konuşma) , düşünce uçuşu vb. belirtilerle tanımlanan duygusal rahatsızlık.
MANİK: Mani evresini yaşayan kişi veya bu evreyle ilişkili
MELANKOLİ: Hüzün duyguları, ilgi ve inisiyatif kaybı, haz alamama, öz-saygının azalması, öz suçlamalara ve pişmanlıklara gark olma gibi belirtilerle kendini gösteren bir depresyon durumu.
MENTAL: Zihinsel

NEVROTİK: Nevrozla, bu hastalığı olan kişiyle veya bu özellikleri sergileyen davranışlarla, vb. ile ilgili.
NEVROZ: Organik veya nörolojik kökenli olmayan, gerçeklikle ilişkinin, bir miktar çarpıtmaya uğrasa da henüz kaybolmadığı ruhsal kökenli rahatsızlıkların ortak adı.
NÖROTRANSMİTTER: Sinir hücreleri arasındaki iletişimi sağlayan kimyasal yapılar.

PANİK ATAK: Sıklıkla aniden ortaya çıkan ve şiddetli tedirginlik, korku, dehşet, çaresizlik, kapana kısılmış olma duygularla, ölüm ve çıldırma korkularıyla ve nefes darlığı, boğulma hissi, çarpıntı, titreme, göğüs ağrısı, baygınlık, geçici felç vb. gibi fiziksel belirtilerle tanımlanan bir kaygı dönemidir.
PANİK RAHATSIZLIĞI: Beklenmedik bir şekilde veya belli durumlarda (görünürde gerçek bir tehlike içermeyen, ancak kişi tarafında tehlike olarak algılanan durumlarda) tekrarlanan panik ataklarla ve buna bağlı davranış değişimleriyle tanımlanır.
PARANOYA: Son derece sistemli, inatçı, kalıcı kuruntular, kuruntulu kıskançlık, kuşkuculuk, güvensizlik, kavgacılık, vb. özelliklerle tanımlanan ve net, tutarlı düşünme eşliğinde gelişen psikotik bir rahatsızlık. Kuruntular sinsi bir tarzda gelişir ve zamanla ussal ve tutarlı bir inanç sistemine dönüşür.
PLACEBO: Araştırmalarda gerçek ilacın yerine verilen, kimyasal açıdan etkisiz, tıbbi veya farmakolojik etkisi bulunmayan “şeker hapı” gibi madde.

PLACEBO ETKİSİ: Hastanın, farmakolojik veya tıbbi bir değeri bulunmayan bir placeboya veya tekniğe olumlu bir tepki vermesi.
POST TRAVMATİK STRESS BOZUKLUĞU: Saldırı, tecavüz, bombardıman, sel, deprem, esir kampı, işkence, aile içi şiddet, kaza, kafa travması vb. gibi aşırı stres yükleyici, travmatik bir olayın yol açtığı bir bozukluk.
PSİKOAKTİF: Bilinç düzeyini, ruh halini, zihinsel ve algısal süreçleri veya davranışları etkileyen ilaçların ortak adı.
PSİKOPATi: Ahlaki değerlere, suçluluk ve merhamet duygularının olmadığı ve kolayca saldırgan, antisosyal davranışların sergilendiği ağır ruh hastalığı.
PSİKOSOMATİK: Ruhsal ve bedensel etkenlerin etkileşimi; ya da hem ruhsal hem de bedensel (organik) etkenlerden kaynaklanan hastalık.
PSİKOZ: Gerçeklikle ilişkinin tamamen kaybolması, normal sosyal işleyişin bozulması ve aşırı kişilik değişimleriyle tanımlanan organik veya işlevsel kaynaklı ağır bir ruh hastalığı.

OBSESİF KOMPÜLSİF BOZUKLUK: Bunaltı yaratacak ve kişinin normal işleyiş yetisini, çalışma düzenini, sosyal etkinliklerini veya ilişkilerini bozacak şiddette tekrarlanan saplantılar (irade dışı gelen, bireyi tedirgin eden, bilinçli çaba ile kovulamayan, inatçı biçimde yineleyen düşüncelerdir) ve zorlantılarla (çoğu kez saplantılı düşünceleri kovmak için yapılan, irade dışı yinelenen hareketlerdir) tanımlanır.
OBSESİF-KOMPÜLSİF KİŞİLİK: Aşırı düzenlilik, kusursuzculuk, katılık, uzlaşmazlık, aşırı özdenetim ve sorumluluk duygusu gibi özelliklerle tanımlanan inatçı bir kişilik yapısı.
OTİZM: Tipik olarak yaşamın ilk üç yılında ortaya çıkan ve sosyal anlamda çevreye tepkisizlikle, sözlü veya başka türlü iletişim güçlükleriyle, içe kapanmayla, gerçeklikten uzaklaşmayla, aşırı nesne bağımlılığıyla, monoton, tekrarlamalı hareketlerle tanımlanan gelişimsel, nörolojik bir hastalık.
SEROTONİN: Sinir hücrelerinde ve bazı dokularda bulunan ve sinir hücreleri arasındaki sinyal alışverişini düzenleyen bir nörotransmitter. Birçok bedensel, duygusal-davranışsal süreçte etkili olan serotonin, depresyon, kaygı bozuklukları, şiddet davranışları, şizofreni, bulimia vb. gibi birçok rahatsızlıkta önemli bir rol oynar.
SİSTEMATİK DUYARSIZLAŞTIRMA: Bir tür davranış terapisi. Terapide kişiye ilk önce derin kas gevşetme egzersizleriyle rahatlaması öğretilir, daha sonra en hafifinden başlayarak en yoğununa doğru, temel sorunla ilişkili kaygı yaratan çeşitli durumlar sıralanır; hasta daha sonra hayalinde veya gerçek yaşamda yine en hafifinden başlayarak ve rahatlama egzersizleriyle birlikte bu kaygı durumlarına maruz bırakılır.
ŞİZOFRENİ: Kişiliğin parçalanması, dış dünyayla olan bağların kopması, gerçeklik duygusunun kaybolması ve içeyönelik(otistik) düşünce yapısının yerleşmesiyle kendini belli eden bir psikoz.

TRAVMA: Dışarıdan bir etkenin yol açtığı fiziksel ya da ruhsal yara. Fiziksel travmalar arasında kafaya alınan darbeler, kesikler, yanıklar vb. sayılabilir. “Bireyin kişiliği ve ruhsal yapısı üzerinde şu veya bu ölçüde kalıcı bir etki bırakan olağandışı, felaket niteliğinde bir yaşantının anılarından kaynaklanan bir rahatsızlık ve bunaltı durumu” olarak tanımlanabilen ruhsal travmalar arasında ise deprem,sel,yangın vb. gibi afetler,savaş,ırk veya din ayrımcılığı,boşanma,reddedilme,çocuk istismarı, tecavüz,işkence,vb. yaşantılar sayılabilir.

UNİPOLAR DEPRESYON (Tek kutuplu depresyon): Kişinin, sadece tekrarlayan depresif belirtiler sergilediği, ancak manik hal yaşamadığı bir tür depresyon.

Alışılmadık Güzellik Önerileri

Sivilce üzerine sürülen diş macunu veya saça uygulanan sirke gibi ilk başta komik gelen tavsiyeleri yabana atmayın. Bazıları gerçekten işe yarıyor.
1. Saç Diplerinize Pudra Uygulayın Saçınız yağlı bir görünüme sahipse, geniş uçlu bir makyaj fırçasını mineral bir pudranın içine batırın. Fırçanın ucunda kalan fazlalığı azaltmak için sapına elinizle hafifçe vurduktan sonra pudrayı saç diplerinize uygulayın. Uyguladığınız pudra fazla yağı emerek saç tutamlarınız arasına karışacak. Bize inanın, kimse duş almaya vaktiniz olmadığını anlayamayacak.
2. Tutamlarınıza Parfüm Sıkın Saçlarınıza az bir miktar parfüm sıkın. Büyük uçlu bir fırça yardımıyla saç diplerinizden başlayarak uçlarına kadar tarayıp kokuyu dağıtın. Tüm gün muhteşem kokacaksınız.
3. Nasırlarınızı Vazelin ile İyileştirin Yatmadan önce nasırlarınıza vazelin uygulayın. Ardından çoraplarınızı giyin ve yatın. Sertleşmiş nasırlarınızı, vazelin gece boyunca yumuşatacak.
4. Akan Makyajınızı Düzeltin Makyajınızı yeniden yapmak için zamanınız yoksa, bir kulak pamuğunu makyaj temizleyicisine batırın ve makyajınızın yalnızca akmış veya bulaşmış bölgelerini silin.
5. Kızarıklığınızı Giderin Spordan sonra oluşan kızarıklığınız saatlerce sürüyorsa, spor salonundan çıkmadan önce antihistaminik etkili bir ilaç kullanabilirsiniz. Öncesinde mutlaka doktorunuza danışın.
6. Vücudunuzu Avokado ile Yumuşatın Taze bir avokado satın alın. Çekirdeğini çıkartıp kabuklarını soyun ve meyveyi tüm vücudunuzda gezdirin. Bu işleme 20 dakika boyunca devam ettikten sonra duşa girin. Avokado meyvesi doğal bir nemlendirici olduğu için cildinizin ne kadar yumuşadığına inanamayacaksınız.
7. Tırnağınızı Yapıştırın Kırıldığı zaman tırnağınızı koparmak yerine, bir damla Japon yapıştırıcısını kırıldığı yere damlatın. Üzerine en sevdiğiniz ojeden yoğun bir tabaka sürün. Kırık çizgiyi kamufle etmek için kırmızı, bordo veya mercan gibi ışık geçirmeyen mat renkleri tercih etmelisiniz.
8. İnatçı Rujlara Makyaj Temizleyicisi Kırmızı ruju ovalayarak çıkarmaya çalışmayın. Ruj ağzınızın çevresine dağılarak kötü bir görüntüye sebep olabilir. Bunun yerine, küçük bir makyaj pamuğunu veya kağıt mendili makyaj temizleyicisine batırıp rujunuzu silmeniz daha uygun olacaktır.
9. Kaşlarınız Göz Kremiyle Kontrol Altında Yoğun bir göz kremini kaşlarınıza uygulayarak onları da nemlendirmeniz mümkün. Ayrıca kepeğe benzeyen o beyaz zerreciklerden de kurtulmuş olacaksınız.
10. Cildinizi Kabartma Tozuyla Parlatın Uyguladığınız bir otobronzan sonrasında cildinizde çizgiler meydana geldiyse, banyo lifinin üzerine koyacağınız bir miktar kabartma tozu ile cildinizi ovarak bu çizgilerden kurtulabilirsiniz.
11. Fırçanıza Saç Spreyi Uygulayın Saçlarınızı kuruttuktan sonra fırçanızın üzerine bir miktar saç spreyi sıkın ve saçınızı tarayın. Böylelikle saçlarınız kaskatı olmadan hacmini ve parlaklığını koruyacak.
12. Nemlendiricinize Bebek Yağı Katın Parlak ama çok yağlı görünmeyen bacaklara sahip olmak için günlük vücut nemlendiricinizin içine bir damla bebek yağı ekleyin.
13. Bitki Yağından Yararlanın Tırnakların etrafını çevreleyen ölü derilerin sertleşip şeytantırnağına dönüşmemesi için, bu bölgelere bir miktar kayısı yağı damlatın.
14. Uçuğunuzu Kremle Yatıştırın Uçuğun çıkmaya başladığını hissettiğiniz anda üzerine bir miktar yoğun formüllü nemlendirici sürerek daha kötü bir hale gelmesini önlemiş olursunuz.
15. Göz Kaleminizi Dondurun Göz kaleminizin ucu uygulama sırasında dağılıyorsa, onu 15 dakikalığına buzluğa koyun. Çıkardığınızda ucunun sert olduğunu ve cildinizde rahatça hareket ettiğini hissedeceksiniz
kaynak:Cosmopolitan

27.04.2008

İnterneti En Çok Kullanan Ülkeler

Avrupa ülkeleri arasında yapılan araştırmada Internet'i en çok kullanan ülkeler belli oldu.

Merkezi Avusturya 'nın başkenti Viyana'da bulunan kamuoyu araştırma kuruluşu GfK tarafından, 14 yaş üzerindekilerle telefon aracılığıyla yapılan araştırmaya göre, İzlanda nüfusunun yüzde 88'i, Finlandiya'nın yüzde 81'i, Norveç'in yüzde 76'sı, Danimarka'nın yüzde 76'sı ve İsveç'in yüzde 73'ü internet kullanıyor. Batı Avrupa ülkeleri arasında en düşük internet kullanıcısı sayısının yüzde 25 ile Malta olduğu belirtilirken, bunu yüzde 35 ile İspanya, yüzde 43 ile Portekiz, yüzde 45 ile İrlanda izliyor. Avrupa'daki en düşük internet kullanımının bulunduğu ülkeyse yüzde 1 ile Arnavutluk. Araştırmaya göre, nüfusa oranla internet kullanıcısı sayısı Avusturya'da yüzde 67, İngiltere'de yüzde 63, Almanya'da yüzde 61, Fransa'da yüzde 56, İtalya'da yüzde 53, eski Sovyet bloğu ülkelerinden Slovenya'da yüzde 61 ve Estonya'da yüzde 60 oranında bulunuyor.

24.04.2008

Bazı İcatların İlginç Öyküleri

Japon şirketi Sony'nin genel müdürü, golf oynarken müzik dinleyebilmesini sağlayacak bir cihaz istemişti. Bunun üzerine firma teknisyenlerinden oluşan bir ekip ilk kişisel kasetçaları geliştirdi: Walkman!- İngiliz Percy Shaw basit bir icattan servet sahibi oldu. 1933'de sisli bir gecede neredeyse otomobiliyle bir uçurumdan aşağı düşüyordu. Otomoblin farlarından yayılan ışığın, yolun kenarındaki bir kedinin gözünden yansıması hayatını kurtardı. Bu olaydan esinlenen Shaw, kedigözü adını verdiği bir yansıtıcı icat etti. Kısa süre sonra birçok ülkenin yollarına bunlardan yerleştirildi.

İlk dikiş makinesini, 1830'da Barthelemy Thimonnier adlı Fransız terzi yapmıştır. Bu makinede ayak pedalıyla döndürülen bir tekerlek, iğneyi kaldırıp indiriyordu. Bir terzi dakikada ortalama 30 dikiş atarken, bu alet 200 dikiş atabiliyordu. Ancak bir çok terzi bu makine yüzünden işini kaybedebileceği endişesine kapıldı. Öfkeli bir kalabalık bu aletlerin 80 tanesini tahrip etti.

İlk başarılı elektrikli süpürgeyi, İngiliz mühendis Hubert Booth icat etmiştir. Booth 1901'de British Vacuum Company adlı bir şirket kurdu. Booth'un Puffing Billy adını verdiği makine yakıtla çalışıyor ve evden eve, atların çektiği bir arabayla taşınıyordu. Üniforma giymiş işçiler evdeki halıları temizlemek için makinenin hortumunu pencereden içeriye uzatıyorlardı!- Joseph Bramah, karmaşık bir kilit icat etti. Bunu açabilene de ödül vaat etti. Nihayet, 75 yıl sonra, 1851'de dünyadaki en yeni teknolojilerin gösterildiği Londra'daki Büyük Sergi'de bir ziyaretçi kilidi açmayı başardı, ama bunun için tam 51 saat uğraştı.

Daha önce bir sağırlar okulunu yöneten ABD'de yaşayan İskoç Alexander Graham Bell çalışmalarına üniversitede devam etmiştir. Bell ve Thomas Watson adlı bir elektrik mühendisi bir mikrofon ve kulaklıktan oluşan ilk telefonu yaptılar. Tarihteki ilk telefon konuşmasını 10 Mart 1876'da Bell yapmıştır. Pantolonuna yanlışlıkla asit dökmüş ve arkadaşına "Bay Watson lütfen gelir misiniz?" demiştir.

Atacı, 1900'de Norveçli Johann Vaaler icat etti. Kağıtları sıkıca tutabilmek için, iç içe geçmiş iki halka oluşturan, metal bir telden ibaret orijinal tasarım, bugüne kadar hemen hiç değişmemiştir. Daha önceleri kağıtlar iğneleyerek bir arada tutuluyordu.

1816'da Fransız doktor Rene Laennec Paris sokaklarında dolaşırken, oynayan iki çocuk gördü. Çocuklardan biri elindeki tahta sopanın bir ucuna kulağını dayamıştı, öbürü ise tahtanın öteki ucuna iğneyle vuruyordu. Vuruş sesleri tahtanın içinden iletiliyordu. Daha sonra Laennec bir sayfa kağıdı rulo yaparak iple bağladı. Bunu hastanın göğsüne dayadığında kalp atışlarını dinleyebiliyordu. Bu alete Yunanca göğüs anlamındaki stethos sözcüğünden gelen steteskop adı verildi.

23.04.2008

TEPSİ ÖRTÜSÜ

Merhaba arkadaşlar makinam.blogcu.com arkadaşımın ev sahipliği yaptıgı dantel etkinliği 1 için hazırladıgım tepsi örtümü umarım beğenmişsinizdir

15.04.2008

CİLT TÜRLERİ VE ÖZELLİKLERİ

-Normal-Karma Cilt : Normal cildin görüntüsü, rengi düzgün ve sağlıklıdır.Alın çevresi , burun, çene bölgeleri hafif yağlı, diğer bölgeleri ise kuru olabilir.
-Kuru Cilt : Kuru bir cilt yapısına sahip olanlar yüzlerinde gerginlik hisseder. Bilhassa sabun ile yüzlerini temizlikten sonra bu gerginlik hissi çok daha fazla olur. Kuru cilt genellikle pul pul olur ve çabuk kırışır. Yer yer kızarıklıklar olabilir.
-Yağlı Cilt : Yağlı ciltlerde lekeler ve siyah noktalar oldukça fazladır.Ayrıca bu cilt tipi geniş gözeneklidir.
-Hassas Cilt : Hassas cildin gözenekleri iyi görünmesine rağmen, cildin ince yapılı olmasından dolayı alerjiye ve diğer cilt sorunlarına karşı oldukça hassastır
Nasıl Bir Ürün Kullanmalıyız
-Kuru Cilt: Kuru ciltlerde özellikle alkol içeren ürünlerden uzak durmak gerekli. Bu tip ürünler cildimizdeki nemi söküp atar. Yumuşak ve sabun içermeyen sıvı temizleyici ile cildi temizledikten sonra cildin nem kaybını minimuma indiren nemlendirici kremler kullanmak gerekir. Ayrıca güneşin zararlı ışınlarına karşı cildi korumak için SPF 15 içeren bir ürünü her gün dışarıya çıkmadan yarım saat önce kullanmalıyız
-Yağlı Cilt: Yağlı cilde sahip olanlar aşırı yağlı ürünlerden uzak durmalıdır. Yağlı ciltler yağ bağlayıcı sıvı ya da jel temizleyiciler kullanmalıdır. Krem bazlı sabunları kullanmamak gerekir. Losyon gibi suyu ciltte tutan nemlendirici kremleri kullanmak gerekir. Özellikle ergenlik çağında olan gençlerde çok sık görülen hormon değişiklikleri yağlı ve sivilce oluşumuna yatkın ciltlerin temizliği ve uzman doktor tarafından tavsiye edilen ürünlerin düzenli bir şekilde kullanılması önemlidir. Yağ içermeyen (oil-free) güneşin zararlı ışınlarından koruyan kremler kullanın.
-Karma Cilt: Karma ciltte T bölgesi olarak bilinen yüzün yağlı kısımları olan yanak, alın burun, çene çok daha yağlıdır. Diğer bölgelerde ise kuruluk vardır.. Normal karma cilt için kullanılan temizleme maddeleri yanaklar için daha uygundur. Diğer bölgelerde ise daha sert etki yapar. Bu yüzden sadece cildin ihtiyaç duyulan yerlerine uygulanması gereken ürün T bölgesinde sivilcelenmelere yol açabilir. Yağ içermeyen (free-oil) ve güneş ışınlarından koruyan kremler kullanabilirsiniz.

Sağlıklı ve güzel görünen ayakların sırrı PEDİKÜR

Merhaba hanımlar artık havalar ısınıyor o güzelim sandeleetler,terlikleri giyerken bunlar olmadan asla olmaz bence :))

Ayak sağlığını ve güzelliğini korumanın en etkili yollarından biri pedikür yaptırmak. Özellikle açık ayakkabı giymeye başlamadan önce ayaklan temel bir bakımdan geçirmek şart. Bunun için kuaförde pedikür yaptırmayı tercih edebilirsiniz.
Yalnız işlem sırasında kullanılacak olan aletlerin iyice sterilize edilmiş olmasına özen göstermelisiniz. Hatta, mümkünse kişisel aletlerinizi yanınızda götürüp onlarla yapılması konusunda ısrar edebilirsiniz.
Eğer pediküre bütçe ayırmadan, güvenli ve temiz bir şekilde evde kendiniz pedikür yapmak isterseniz önerilerimize göz atın. İşte adım adım pedikürün ipuçları...

1) Ferahlatıcı ayak banyosu
Ayak bakımı yapmanın en iyi zamanı banyo sonrasıdır. Çünkü banyo esnasında sıcak suyun da etkisiyle tırnak etleri ve deri iyice yumuşar. Bu da, pedikür işlemini kolaylaştırır. Banyodan sonra ayaklarınızı 10 dakika süreyle, ılık suda bekletebilirsiniz. Hatta, bu suyun içine 5 yemek kaşığı lavanta atarak, yorgun ayaklarınızın dinlenmesini sağlayabilirsiniz. Daha sonra ayaklarınızı sudan çıkarın ve hafifçe kurulayın. Şimdi sırada ponza taşıyla topuğu ve ayağın tabanını ovmak var... Ponza taşını topuğunuzun arkasından altına doğru aşağıyukarı iyice sürtün. Deriniz düz ve pürüzsüz bir görünüm kazanıncaya kadar, 5 dakika süreyle bu işlemi yapmaya devam edin. Bu sayede ayağınızdaki ölü deriden kurtulmuş olacaksınız.
Sonra diğer ayağınıza geçin. Yalnız tahrişlere yol açmamak için cildin hassas olduğu bölgeleri ovmaktan kaçının. Ponza taşını büyük marketlerde ve semt pazarlarında rahatlıkla bulabilirsiniz. Bu temizliği yaptıktan sonra ayağınızı lavantalı suda iyice yıkayın. Ve tekrar kurulayın.


2) Şimdi sıra törpüde...
Yumuşayan tırnaklan isteğinize göre küt ya da yuvarlak biçimde tırnak makasıyla nazikçe kesin. Yalnız tırnaklannızı keserken hepsinin aynı uzunlukta olmasına özen gösterin. Ayrıca, tırnakların yanlarını çok derin bir şekilde kesmemeye dikkat edin. Çünkü bu, ileride tırnağınızın etinize batmasına sebep olabilir. Daha sonra tırnaklannızı törpüleyin. Eğer kalın bir törpü tercih ederseniz, törpüleme işlemi sırasında tırnağınızın yanlışlıkla zarar görmesini engellemiş olursunuz. Kozmetik marketlerinde satılan bazı özel törpülerle, tırnağınızın üst kısmını da törpüleyerek, ölü deriyi atabilirsiniz. Bu işlem sonrasında tırnağınız daha parlak ve pürüzsüz görünecektir


3) Tırnak etlerini keserken...
Törpüleme işleminin ardından ayaklarınızı ılık suyla yıkadıktan sonra, tırnak etlerinizi kesmeye başlayabilirsiniz, önce ince bir tahta çubuk yardımıyla etlerinizi tırnağınızın başlangıç noktasına doğru itin. Daha sonra ince bir makasla tırnak etlerinizi hafifçe kesin. Herhangi bir enfeksiyona meydan vermemek için tırnaklarınızın üzerine alkol ya da birkaç damla limon kolonyası damlatın.
Şimdi ayaklarınıza ve tırnaklarınıza masaj yaparak nemlendirici losyon uygulayabilirsiniz. Pedikürde son adım ise, tırnaklannıza istediğiniz renkte bir oje veya cila sürmek. Ayak parmaklannızın arasına minik pamuklar yerleştirirseniz, ojelerinizin bozulmasını engellersiniz.

4) Bakım için özel maske
Eğer tırnaklarınızın ve tırnak etlerinizin çok sert ve yıpranmış olmasından şikâyetçiyseniz, pedikürün dışında özel bir bakım uygulayabilirsiniz. Bunun için derin bir kabın içinde bir tatlı kaşığı bal ile bir tatlı kaşığı zeytinyağını iyice karıştırın. Bu karışımı, parmaklarınızı içine batırıp, tırnak diplerinize masaj yaparak uygulayın. Daha sonra ayağınıza pamuklu bir çorap geçirin ve gece boyunca çıkarmayın. Uyandığınızda tırnaklarınızın yumuşacık olduğunu göreceksiniz.

13.04.2008

KIZ ÇOCUKLARIMIZ İÇİN ELBİSE

Arkadaşlar bu elbiseleri benim yengem yapıyor bir görseniz o kadar cici ve şık oluyorki renk renk yaptı bunlardan dilerseniz sipariş alıyor en kısa sürede bitmişini yayınlamaya çalışacağım umarım beğenirsiniz ben çok beğendim doğrusu çok cici yaa :))

ELBİSENİN YAKIN DAN GÖRÜNTÜSÜ

Arkadaşlar incelemeniz için daha rahat olacaktır yakından görütüsü umarım işinize yarar

9.04.2008

Baden-Württemberg

Baden Württemberg Güneybatı Almanyada 'da bir eyalettir. Nüfusa ve alana göre üçüncüdür. Başkenti Stuttgart'dır. Diğer önemli kentleri

ise,Konstanz,Freiburg,Karlsruhe,Mannheim,Tübingen ve Heidelberg'dir. Almanya'nın en zengin eyaletlerinden birisidir ve işsizlik oranı %5'in altındadır.Almanya'nın otomobil endüstrisinin büyük bir bölümünü oluşturan firmalar bu eyalette bulunmaktadırlar. Ayrıca eğitim kalitesinin en yüksek olduğu eyaletlerden biridir. Yoğun şivenin konuşulduğu bir eyalettir. Özellikle, Badisch ve Schwaebisch konuşulur. Eyâlet batıda Fransa, güneydeİsviçre, kuzeyde Hessen, doğuda ise Bavyera ile komşudur.
Başlıca kentleri
-Stuttgart
-Mannheim
-Karlsruhe
-Konstanz
-Calw
-Ludwingsburg
-Esslingen a.N
-Baden-Baden
-Freibug im Breisgau
-Tübingen
-Göppingen
-Heilbronn
(alıntıdır)

7.04.2008

MİLANO

Lombardia Bölgesinin başkenti, İtalya'nın ikinci büyük şehridir. Şöhretli mağazalarından gökdelenlerine kadar, kentsel heyecanın nabzının attığı mali ve ticari merkezi. Milano, sahip olduğu şöhretini, modernizm aşıklarına borçludur.Milano, ülkenin iletişim ve ulaşım merkezidir. Şehrin prestij sahibi kültürel geleneklerini, sayısı dörtten fazla olan üniversiteleri, Müzik Konservatuarı, Sanat Akademisi, dünyanın en meşhur opera binalarından birisi olan La Scala, meşhur sanat galerileri ve kütüphanelerine emanet edilmiştir. Milano ayrıca, İtalyan basın yayınının başkentidir.

Milano'nun en uğrak yerleri, şehrin tam kalbinde yer almaktadır; Milanolular, şehrin politik ve sosyal hayatının merkezi olan Katedralin hemen yakınındaki Galleria'ya gelerek sohbet eder veya büyük cafelerin teraslarında gazete, dergi, kitap okurlar. Meşhur alışveriş mağazaları, Corso Vittorio Emanuele ve Corso Venezia ve aynı zamanda antik eşya mağazalarının da bulunduğu Via Monte Napoleone caddelerinde yer almaktadırlar. Kabareler Piazza San Babila çevresindedir. En güzel bahçeler, Bastioni Porta Venezia'nın yakınındaki Parco Sempione ve Giardini Pubblici parklarında bulunmaktadır. Meşhur La Scala Tiyatrosu bir başka önemli çekim merkezidir.
Artistik ve edebi lokanta aşıklarının, bir zamanlar yazar Malaparte'nin uğrak yeri olan ve şehir merkezinin Kuzeyinde yer alan Bagutta (Via Bagutta) ve Pesa (Viale Pasubio)'ya yönelmeleri gerekmektedir

Brera Sarayı ve Resim Galerisi
17. Yüzyıl sarayıdır. Lombardia ve Kuzey İtalya sanatçılarının zengin eserleri bulunan resim galerisinde Piero della Francesca, Signorelli, EI Greco, Caravaggio, Rubens, Rembrandt, Van Dyck, Tiepolo, Canaletto ve Guardi'nin çalışmalarının yanı sıra 15. - 16. yüzyıl Lombardia Okulu resimleri çok iyi muhafaza edilmiştir.
Eski Sanatlar Müzesi
Kaledeki müze, 14. yüzyıl Barnabo Visconti mezarı ve Michelangelo tarafında yapılan Pietà Rondanini'nin yanı sıra çok güzel heykellere ev sahipliği yapmaktadır.
ok iyi muhafaza edilmiştir.

Poldi Pezzoli Müzesi
Eserler, harikulade bir şekilde döşenmiş bir konakta sergilenmektedir.
Antik silah ve zırhlar, iran halıları ve zengin bir Rönesans resim kolleksiyonuna ev sahipliği yapmaktadır.
Ayrıca, dünyanın en önemli müzelerinden birisi olan Ulusal Bilim ve Teknoloji Müzesi ziyeretçilerin ilgi odağıdır

VENEDİK TE GEZİNTİYE NE DERSİNİZ :))

Bunları görmeden dönmeyin
Venedik'e gidince belki de görmeden dönülmeyecek en önemli yer Büyük Kanal'dır. Burada bindiğiniz bir gondolda kanal boyu yapacağınız yolculukta gözünüze ister istemez birçok bina takılacaktır. Eğer bunların ne olduğunu merak ediyorsanız şimdi gondola birlikte binelim ve hepsini sırayla tanıyalım.
Büyük Kanal Venedik'in omurgasını oluşturmaktadır. Ters S harfi şeklindeki Kanal şehrin batısındaki şehre ulaşım noktalarından başlar ve doğusuna doğru kıvrım yaparak ilerler ve St. Marco Meydanı önlerinde sonlanır. Uzunluğu 3800m, genişliği 30 ile 70 m arası derinliği ise 5 m civarındır.Kanalın her iki kıyısında 12. yüzyıldan 18.yüzyıla kadar tarihlenen konutlar antrepolar ve kamu binaları yer alır. Bu binaların çok büyük bölümü Venedik'in bir dünya ticareti başkenti olduğu dönemde burada oluşan yeni zengin aileler tarafından yaptırılmıştır. Binalar bugün de bu ailelerin isimleriyle anılırlar çoğuda bu binaların yüzyıllardır sahibidirler. Binalar genel olarak 16.yüzyıla tarihlenir. Kareye yakın dikdörtgen planlıdırlar. Giriş kat rustik taşlarla kaplanmış diğer katlar ise sütunlarla bölünmüş pencereli bir cephe düzeni gösterirler. Girişe yerleştirilen yarım daire kemerli kapı açıklıkları hem dışarıyla bağlantı sağlar hem de gelen veya gidecek olan malların yüklenmesinin yapıldığı yerlerdir. Giriş katları genel olarak depo olarak kullanılır. İkinci kat ise tüccar ve ailesine aittir. Özellikle giriş kapısı üzerindeki odalar. Bazen bu bölümün balkonlu da düzenlendiği görülür. Ponte di Rialto
Ponte Rialto (Rialto Köprüsü)
Bu ikinci köprü Büyük Kanal üzerindeki en eski köprüdür. Orijinali ahşap olan köprü 1440 yılındaki onarımda adeta yeniden ve yine ahşap olarak yapılmış ve bu onarım sırasında köprüye dükkanlar da ilave edilmiştir. Ortadan, gerektiğinde açılarak büyük deniz taşıtlarının da geçebildiği Rialto Köprüsü'ne bu özellik 16. yüzyılda kazandırılmıştır. Bu mekanizma için mimarlar arasında bir yarışma düzelenmiş Michelangelo, Palladio ve Sansovino gibi tanınmış mimarların katıldığı bu yarışmayı Antonio Da Ponte adlı ünlü olmayan bir mimar kazanmıştır. Kanalın en dar yerine yapılan köprünün ayakları yaklaşık 12.000 adet, çamurlu zemine saplanmış kolon üzerine oturmaktadır. Bugün köprü üzerinde 24 adet dükkan, arkadlı bir düzenlemeyle, yer alır.
Piazzetta Dı San Marco (St.Marco Meydanı)
Şehrin en güzel anıt binalarından Dükler Sarayı ve Sansoviane Kütüphanesinin her iki yandan sınırladığı bu geniş alan St.Marco Kilisesi ile sonlanır. Alan ilk kurulduğunda pazaryeri olarak tasarlanmış ve kullanılmışsa da 1536 yılından sonra alanın temiz tutulması amacıyla burada pazar kurulması yasaklanmıştır. Alanın deniz tarafında, her iki tarafında birer tane sütun yer alır. Birinin üzerinde St.Marco'dan önce şehrin korucusu olan Bizans Kraliçesi Teodora'nin heykeli diğerinin üzeride ise Kentin koruyucusu St.Marco'yu sembolik olarak temsil eden ve Venedik'in de sembolü olan bronz bir aslan heykeli yer alır. Bu sütunlar Venedik'e 1125 yılında getirilmiş ve bugünkü yerlerine 1172 yılında Rialto Köprüsü'nün de ilk mimari olan Niccola Starantonia tarafından dikilmişlerdir. Eskiden bu sütunların arasında özellikle ölüm suçları infaz edilmekteymiş. Burada cezaları infaz edilen iki kişinin hikayeleri hala anlatılmaktadır: Bunardan biri bir fırıncının oğlu olan Pietro Faziol (Il Forneretto) 'dur. Bir asili öldürdüğü için ölüm cezasına çarptırılmıştır. Cezanın infazdan sonra Pietro Faziol'ün suçsuz olduğu anlaşılınca anısına iki adet gaz lambası yakılmıştır. Diğeri ise Carmagnola Kontudur ve O'da hainlikle suçlanmış suçsuzluğu daha sonra anlaşılmıştır.
Dükler Sarayı (Palazzo Ducale)
Pembe Verona Mermeri ve beyaz Istra taşından yapılmıştır. Gotik Üsluptadır. Venedik dukalarının ikametgahı ve yönetim merkezidir Yapının bir bölümü hapishane olarak da kullanılmıştır. İçi fresk tekniği ile yapılmış resimlerle süslenmiştir.
Libreria di San Marco (Sansovıno Kütüphanesi)
Kütüphane binası St.Marco Meydanı'nın batı tarafı boyuncadır. Bu gösterişli bina Mimar Palladio'nun eseridir. Oldukça zengin nadir eserlerin bulunduğu bir kütüphanedir. Kütüphane Kardinal Bessarione tarafından oluşturulmuştur.
Saat Kulesi
St.Marco Meydanı'nın doğusundadır. 1496-1499 yılları arasında Mauro Coducci tarafından yapılmıştır. Kulenin iki yanında daha alçak olan binalar 1500-1506 yılları arasında Pietro Lombarda tarafından yapılmıştır. Kulenin üzerinde yer alan terasta bronz döküm olarak yapılan bir çan ve bu ana ellerindeki balyozlarla saat başı vuran iki erkek heykeli yer alır.
The Basılıca of St. Mark's (St.Marco Kilisesi)
Venedik Katedrali olarak da tanınan St.Marco Kilisesi (veya Bazilikası), bu deniz cumhuriyetinin gücünün de bir göstergesidir. 828 yılında Mısır'ın İskenderiye kentinden Venedikli iki tüccarın getirdiği St.Marco'ya ait rölikler ( kutsal sayılan birine ait vücüt parçaları veya eşyalar) kente bir onur kazandırır. Rölikler önce St.Thedora Kilisesi'nde muhafaza edilir. Dük Giustiniano Partecipazio Venedik'e ve St. Marco'ya yakışır bir kilise yapılmasına karar verirse de Onun bu isteği kardeşi Giovanni Partecipazio tarafından projelendirilir ve 832 yılında binanın inşaatı, 883 yılında ise dekorasyonu tamamlanır. 976 yılında çıkan bir ayaklanmada Dükler Sarayı yanar ve alevler bitişikteki Kiliseye de oldukça zarar verir. Kilisenin restorasyonu ise 1000 yılına doğru Pitro Orseolo tarafından yapılır. Daha sonra Dük Domenico Contarini mevcut kilisenin güzel olmadığına karar verir ve yıktırır. 1063 yılında yetenekli öğrencilere bir proje yaptırır ve yapılan bu projeyi hayata geçirtir. Kilise 1073 yılında tamamlanır. Yapı plan olarak Bizans Mimarisinde bir dönem sıkça uygulanan Yunan Haçı (+) planındadır. Dört eşit kolun her biri bir koridor ve kolların kesişiminde oluşmuş bir orta açıklık planın esasını oluşturur. Her kol ve orta açıklık birer kubbe ile örtülüdür.Kubbeler pandantifler yardımıyla ayaklara ve sütunlara otururlar. Yapının içinde kubbe içleri, pandantifler, kemer ve tonozlar, dışta ise ön cephede yer alan kemer alınlıkları mozaik tekniği ile resimlenmiştir. Resimlerde İncil'de yer alan özellikle Hz.İsa'nın hayatı ve mucizeleri ile St.Marco'nun hayatıyla ilgili konular işlenmiştir; ayrıca dekoratif amaçlı olarak bitki motifleri de özellikle kemerlerde görülür. St Marco Kilisesi Bizans Mimarisine öykünülerek planlanmış olmasına rağmen her dönemde getirilen bir çok parça ile Gotik, İslam ve Rönesans Üsluplarının özelliklerini de taşır.
Ponte Dei Sospiri (Hasret Köprüsü)
Dükler Sarayı ile Prigioni Nuove (Yeni hapishane) arasında kapalı olarak inşa edilmiş 17.yüzyıl Barok Üslupta bir köprüdür. İsmini muhtemelen buradan cezaevine giden mahkumların Venedik'e son kez iç çekerek bakmasından almış olabileceği söylenir.
Rıva Degli Schıavoni
Ponte della Paglia dan, St.Marco Kanalı boyunca, Gierdini di castello'ya kadar uzanır. 1324 yılında oluşturulan bu alan 1780 yılında genişletilerek bugünkü halini almıştır. Yol boyunca çeşitli turistik eşyalar, oteller ve kafeler yer almaktadır.
Arkeoloji Müzesi
Müze 1523 yılında Cardinal Domenico Grimani tarafından oluşturulmaya başlamıştır. Eserler genellikle Antik Yunan ve Roma Dönemi bronz ve mermer heykellerdir.